Alıntıdır :

http://www.yenibahardergisi.com/yenibahar/newsDetail_getNewsById.action?newsId=270682

EŞLERİNİN GÖZÜNDEN EDEBİYATÇILARIMIZ

HEMRA KÖSE
Sayı: 132 | 29 Mart 2012

Bir mısra yüzyıllar öncesine savurur ruhumuzu. Kaleme akan ilham şuleleri sayesinde Fuzulî’nin ‘Kerbelası’nda, Muhibbî’nin sarayında ya da Nedim’in ‘Lale Devri’nde alırız soluğu. Her asırda ilhamlar mayalanır da fikirler, hayaller cihanşümul bir atlasta nakış nakış dokunur. Mehmet Rauf’un ‘Eylül’ünü yaşarız bir yaz gününde, Refik Halid Karay’ın ‘Sürgün’ünde gurbet acısını hissederiz. Faruk Nafiz’in ‘Çoban Çeşmesi’nde suya kanar, Peyami Safa’nın ‘9. Hariciye Koğuşu’nda bir gençle dertleşiriz. Hâsılı bize bambaşka dünyaların kapısını aralayan nice şairin/yazarın gözünden seyrederiz âlem-i cihânı.

Peki, bu eserlerin hangi şartlarda, nasıl bir ortamda yazıldığını hiç hayal ettiniz mi? Ya da “Eşlerinin gözünden edebiyatçılarımız nasıl biriydi?” sorusu aklınıza geldi mi? Elli yıl önce yazar ve şairlerin eşleriyle yaptığı röportajları ‘Eşlerine Göre Ediplerimiz’ kitabında anlatan Servet Sami Uysal, edebî şahsiyetlerin hiç bilinmeyen yönlerini nazara veriyor. Biz de edebiyatçılarımızı eşlerinin gözünden okumak için kitap sayfalarında kısa bir tura çıktık.

 *******************************************************************************Evliliğimizin 13. gününde felç geçirdi

Mehmet Rauf (1874–1932): Mehmet Rauf, Muazzez Hanım’la evlendikten on üç gün sonra felç geçirir. Eşi bu hastalık sürecinde Rauf’a her anlamda destek olur. Felçten dolayı sağ tarafını kullanamayan yazar, yazmaktan vazgeçmez. “Son Yıldız, Harabeler, Halâs, Kâbus” yazılarını Rauf söyler, Muazzez Hanım kaleme alır. Ancak iki yıl sonra Rauf, dimağını da kaybeder. Son zamanlarında kriz geçirir, saçını başını yolar. Muazzez Hanım eşi son nefesini verene kadar yanı başında durur.

********************************************************************************

Gece yazı yazdığı hiç görülmemiştir

Şinasi (1826–1871): Navikter Hanım, Şinasi Bey’in daima sükûnet arzuladığını, şamatayı hiç sevmediğini ifade eder. Ona göre eşinin zihni sürekli yazılarla meşguldü, yazacağı zaman minderin köşesine çekilir, bağdaş kurardı. Yazacağı şey üzerine saatlerce düşünür, odanın içinde gezinir ve sigara içerdi. Kâğıt, kalem, mürekkebe hiç dikkat etmezdi. Navikter Hanım eşinin çalışma stilini şöyle anlatır: “Şu gördüğünüz yeşil hokkayı Paris’te tahsilini bitirip de döndüğü sırada Firüz Ağa attarından almış. Kendisiyle evlenip bu eve geldiğimden beri bu hokkayı tanırım. Kalemini elde tutulmayacak kadar küçülmedikçe yenilemezdi. Yazısı güzel değildi. Gece yazdığı hiç görülmemiştir. Hatta ertesi gün yazacağı şey için başvurmaya mecbur olmadıkça eline kitap bile almazdı. Akşam yemeğinden sonra yarım saat armonisi ile vakit geçirmek âdeti idi. Sabah yazısını yazar ve okumasını öğle yemeğinden sonra yapardı.”

*******************************************************************************

Mükemmel yemek yapar

Refik Halit Karay (1888–1965): Nihal Karay, “Eşim yazı yazarken gayet rahatlıkla çalışır. Gürültüye filan aldırmaz. Ara sıra kalkıp dolaşır. Sabahın erken vaktinde yazmaya başlar. 11-12’ye kadar çalışır. Birçok hususta fikrimi alır. Bilhassa bazı kadın tabirlerini sorar. Yazdıklarını benden başka kimseye okumaz. Sabahları erken kalkıp kahvesini hazırlar. Benim sokağa çıkmam icap edince mükemmel yemek yapar. Midesine düşkün olduğundan güzel yemeklerden zevk alır.” der ve eşinin en beğendiği romanın ‘Sürgün’ olduğunu söyler.

*****************************************************************************

Yazarken defterin en iyisini seçer

Peyami Safa (1899–1961): Nebahat Peyami Safa, Peyami Bey’in ev işlerinde kendisine yardım etmediğinden yakınır. Hatta onun bir çivi bile çakamadığından dem vurur. Fakat eşinin yazılarına hayran olduğunu söylemeden edemez. Nebahat Hanım eşini, “Yazı yazarken gürültüden pek hoşlanmaz, yalnızlık ister, bilhassa gece yazmayı sever. Düşünürken veya yazı yazarken kendisine bir şey sorulursa müthiş canı sıkılır. Rastgele kâğıtlara yazmaz. Kâğıt muntazam ve temiz olmalı. Bilhassa roman yazarken defterin en iyisini seçer. Eserlerini evvela zihninde hazırlar. Uzun uzun düşünür. Ama müsveddeler bile temiz çıkar. Fakat bu onu tatmin etmez. Bir pasajı 40 defa okuduğu olmuştur. Çok kitap okur. Bilhassa felsefî eserleri. Hatta sıhhatini bozacak kadar kitap okumasına kızarım. En fazla da Proust’u sever ve okur.” şeklinde ifade eder.

********************************************************************************

Babalar yarışa çıksa Faruk birinci gelir

Faruk Nafiz Çamlıbel (1898–1973): Azize Çamlıbel, eşinin yuvasına bağlılığına hayrandır. Ona göre yuvasına bağlılıkta babalar yarışa çıksa Faruk birinci gelir. Nitekim şairimiz akşam en geç dokuzda muhakkak evdedir. Ancak hanımı, onun ev işlerinden anlamadığından bahseder. Bu durumu “Yemek geç kalınca şöyle mutfağa kadar gelip görünür. O kadar. Daha şu gaz sobasını yakmayı bilmez.” şeklinde özetler. Çalışma tarzına dair ise “Faruk kahvaltı etmeden sabahtan öğleye kadar çalışır. Çalışırken konuşmak istemez, bir şey sorulunca kızar. Gezmeyi, bilhassa vapur seyahatini çok sever. Kır kahvelerinden de hoşlanır. Ve bir de iyi yapılmış yemeği sever.” der.

******************************************************************************

TAM BİR DUYGU ADAMIYDI

Ahmet Muhip Dıranas (1908–1980): Münire Dıranas, eşinin tam bir duygu adamı olduğunu, hatta onun duygusallığından yorulduğunu ifade eder. Bir anısını paylaşır okuyucuyla: “Ağrı şiirini Doğu-bayazıt’ın Sürbehan köyünde toprak damlı küçük bir odada yazdı. Şiir yazarken gece uykusunu kaybederdi. Kör lamba ışığında sabahlara kadar şiirinin örgüsünü ve sözcükleri bir kuyumcu titizliğiyle işlerdi. Bir gün yine kendimden geçmiş uyumuş kalmıştım. Bir anda ‘Münire kalk kalk! Bak dinle.’ diyordu. Ağrı şiirinden pasajlar okuyordu, dinliyordum. ‘Şuraya bir sözcük bul.’ diyordu. Ben de çocuk aklımla sözcük bulurdum. ‘Harika harika!’ derdi. Çocukluğum Anadolu kentlerinde geçtiğinden Anadolu içinden seçtiğim sözcükleri beğenirdi. Aslında kendisi Türk diline son derece hâkim ve başarılı bir sanatçıdır.”

*******************************************************************************

Bulaşık yıkamayı çok severdi

Rıfat Ilgaz (1911–1993): Afet Ilgaz, eşi Rıfat Bey’in eski yazıyla yazdığını, kendisinin bunları daktiloyla tape ettiğini anlatır. Onun esprili ve kültürlü olması dolayısıyla bulunduğu yerde cazibe merkezi olduğunu belirtir. Eşini şöyle tarif eder: “Kapıdan eve ne kadar yorgun olursa olsun gülümseyerek ve eve dönüşünün verdiği memnuniyeti belli ederek girerdi. Evi çok severdi ve gerekmezse haftalarca çıkmazdı evden. Akşam soframızı beraber hazırlardık ve uzun uzun konuşurduk. Bir baba olarak azıcık sert ve disiplinliydi. Ama düşünceliydi de. Çocukların maddî ihtiyaçları temini konusunda çok hassastı. Unutmadan Rıfat Bey bulaşık yıkamayı çok severdi.”

******************************************************************************

Yazmaktan yaşamaya vakit bulamadı

Behçet Necatgil (1916–1979): Huriye Hanım, Necatigil’in daima şiir içinde yaşadığını, dış dünyayla ilişkisinin az olduğunu, şiir düşündüğünde konuşmadığını ve odasına kapanıp yazdığını anlatır. Eşinin kendisine ve çocuklarına “Hepiniz şiirden sonra gelirsiniz, bunu bilin ve yerinizi kabul edin.” dediğini aktarırken, hiçbir zaman neşeli bir evleri olmadığını dile getirir. Ancak buna rağmen Huriye Hanım’a göre eşinin renkli bir kişiliği vardır. Öyle ki insan onun bir saatlik konuşmasını dinlemek için 12 saatlik çalışmasına razı olur. Huriye Hanım’ın ifadesiyle 63 yıllık yaşamında aşağı yukarı elli kitap bırakan Behçet Necatigil, çalışmaktan yaşamaya hiç vakit bulamamıştır.

********************************************************************************Kaynak: Eşlerinin Gözüyle Edebiyatçılarımız, Selis Yayınları/ Eşlerine Göre Ediplerimiz, Timaş Yayınları